18.10.09

Tarikatta Şeyh ve Mürid



Şeyh, yol gösteren arif kişi, (1) mürid ise, şeyhe bağlı kimse anlamındadır. (2) Şeyh (mürşid), insanları halktan Hakka ulaştırmada bir rehber, bir kılavuzdur. Okulda hoca ne ise, dergâhta mürşit de odur. Hoca, daha çok akla hitap eder. Mürşit ise, ruhla meşgul olur. Mürşidin yüzü nuranî, sözü Rabbanîdir. (3)

Mürşide, şu zâviyeden bakmak isabetli olacaktır: “Üstad ve mürşid, masdar ve menba telakki edilmemek gerektir. Belki mazhar ve ma’kes olduklarını bilmek lazımdır. Mesela, hararet ve ziya, sana bir ayine vasıtasıyla gelir. Sende, güneşe karşı minnettar olmaya bedel, ayineyi masdar telakki edip, güneşi unutup, ona minnettar olmak divaneliktir. Evet, ayine muhafaza edilmeli, çünkü mazhardır. İşte, mürşidin ruhu ve kalbi bir ayinedir. Cenab-ı Haktan gelen feyze ma’kes olur. Müridine aksedilmesine de vesile olur. Vesilelikten fazla feyiz noktasında makam verilmemek lazımdır.” (4)

“Vesile” kelimesi üzerinde kısaca durmakta yarar görüyoruz. “Allah’a bir vesile arayın” (Maide Sûresi, 35) ayeti vesileyi emreder. Vesile, Allah’a kurbiyete (yakınlığa) sebep olacak şeylerdir. Mesela, İlâhi emirleri yapmak, günahları terk etmek gibi... (5) Keza, salavat Resulullah’a ulaşmaya bir vesile, Resulullah ise, Rahman’ın rahmetine bir vesiledir. (6)

Doktor, nasıl şifaya vesiledir, fakat şifa Allah’tandır. Onun gibi, mürşid dahi İlâhi feyiz ve hidayete bir vesiledir. Hidayet Allah’tandır. (7) Müridin şeyhine kalbini bağlaması, onda fâni olması, tasavvufî ifadesiyle fena fiş-şeyh; fena fir-resul ve fena-fillaha vasıta olmalıdır. (8) Yani mürid, şeyhinde fani olmak halinden Resulullah’ta fani olmaya yükselmeli, o makamdan da Allah’ta fani olma derecesine çıkmalıdır.

İlim ehli insanlardan istifade, irfan sahibi mürşitlerden ise, istifaza edilir, feyz alınır. Kâmil mürşitlerin huzurunda duyulan huzur, bir feyz tecellisinden ibarettir. “Onların nefesi, gayb âleminin baharındandır. Onun tesiriyle, gönülde ve canda yeşillik ve tazelik husule gelir.” (9)



Bir üstada merbutiyet, bir şeyhe bağlılık güzel olmakla beraber, bu bağlılık insanı, “şeyhim beni kurtarır” şeklinde bir tembelliğe sevk etmemelidir. Nitekim, peygamber hanımı olmak Hz. Nuh ve Hz. Lut’un hanımlarına yetmemiş (Tahrim Sûresi, 10), peygamber oğlu olmak Nuh’un oğullarından birisi için fayda sağlamamıştır. (Hud Sûresi, 45-46). Cenab-ı Hak, Nuh’un oğlu için “O senin ehlinden değil.” demektedir. Şüphesiz bu, neseb itibariyle değil, inanç yönündendir.

Hz. Peygamberin, kızı Fatıma’ya “Ey Fatıma! Amelinle kendini ateşten kurtar. Yoksa ben de seni kurtaramam!” (10) şeklindeki hatırlatması, cidden anlamlıdır.
Beyazid-i Bistami, “Kürkünüzden bir parça verseniz de, teberrüken üzerimde taşısam” diyen müridine şöyle der: “Evladım, sen adam olmazsan, değil Bayezid’in kürkü, belki derisini yüzüp de içerisine girsen, yine fayda etmez.”
Verilen bu örnekler, şefaati reddetmek anlamında değildir. Peygamberlerin, kâmil mürşitlerin elbette şefaati olacaktır. Fakat buna layık olabilmek için, belli bir amel ve ihlas seviyesini yakalamak lazımdır. (11)

Kaynaklar:
1. İz, Tasavvuf, s 100
2. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, s. 114
3. Eraydın,Tasavvuf ve Tarikat, s. 116-1191
4. Nursî, Lem’alar, s. 129-130
5. Alûsi, Ruhu’l- Meâni, Vl, 124-125
6. Nursî, Lem’alar, s. 97
7. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, s. 114-115
8. Eraydın,Tasavvuf ve Tarikat,. s. 384
9. Mevlana, IV, 1008
10. Müslim, İman, 348
11. Tahiru’l-Mevlevi, VII, 692

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder